Hukuk devleti, sınırları içerisinde kamu erkinin değişmezlik ve süreklilik temeline dayalı olarak değer ve hukuk düzenine bağlı olduğu bir devlet şeklidir. Mutlakiyetçi devletlerden farklı olarak devlet gücü, vatandaşları keyfi uygulamalardan korumak amacıyla yasalar yardımıyla tanımlanır (Şekli Hukuk Devleti kavramı). Modern anlayış temelindeki bir hukuk devleti bunun dışında maddi anlamda adaletli bir düzenin yaratılması ve korunmasını hedefler (Maddi Hukuk Devleti kavramı). Nesnel değer yargıları bireylerin öznel haklarından farklı olarak, belirlenmiş prensipler aracılığıyla kanun koyucunun sınırlanması işlevi görürler.
Hukuk devleti, toplumsal örgütlenme tarzının yukarıda ele alınan aşamalardan geçtikten sonra ulaştığı çağdaş ve en ileri düzeyi olduğu kabul edilir.1
Hukuk devleti kavramı hukukçu ve Prusya Kraliyet Parlamentosu Milletvekili Otto Baehr tarafından kullanıldı. 1864 yılında yayınlanan 'Der Rechtsstaat- eine publizistische Studie' (Hukuk Devleti - Yazılı bir araştırma) adlı makalesinde ülkesindeki zamanına göre ilerici yasalardan yola çıkarak idari tasarrufları mahkemelerce denetlenen bir devlet tanımı yaptı. Baehr'e göre hukuk devleti özellikle bağımsız mahkemelere gidebilme hakkını kapsamaktadır.
Hukuk devleti anlayışına, tarihi süreç içerisinde belirli devlet anlayışları tecrübe edilerek ulaşılmıştır. Bu devlet anlayışları; mülk devleti anlayışı, polis devleti anlayışı ve hazine teorisidir.
Orta Çağ'da hakim olan bu anlayışa göre devlet kralın mülkü olarak görülüyordu. Ülkenin en büyük toprak sahibi olan kralın yanında feodal derebeyleride, yetki ve kamusal ayrıcalıklarını sahip oldukları topraklarından alıyorlardı ve bu yetkilerini miras veya sözleşme yoluyla devredebiliyorlardı. Kral ve feodal beylerin yetkilerini sınırlayan ve denetleyen bir idare hukuku yoktu. Bu yetkiler doğal hukuk ile sınırlandırılmaya çalışılıyordu.
Kral ve feodal beyler mülkiyet hakkından kaynaklı olarak özel hukuka tabiydiler. Bu dönemde yasal olarak kazanılmış haklara saygı ilkesi vardı, ancak zamanla istisnai durumlarda kral bu kazanılmış haklara, üstün bir hakka sahip olduğu ileri sürülerek müdahale edebilmiştir. Zamanla bu anlayışın yaygınlaşması üzerine polis devletine yaklaşılmıştır.2
Bu anlayış ilk kez Almanya'da ortaya çıkmıştır ve feodal düzenden mutlakiyetçi yönetim anlayışına geçiş dönemidir. Polis devleti, toplumun refahı ve geleceği için her türlü işlemi yapabilen ve bu gayeyle kişilerin hak ve özgürlüklerine istediği gibi müdahale edebilen ve bunları yaparken hiçbir hukuk kaidesine bağlı olmayan devlet anlayışıdır.3 Polis devleti kavramındaki polis kelimesi bugünkü kolluk görevi gören polisi değil, devletin tüm faaliyetlerini ifade etmektedir. Devletin bu eylemleri yapabilmek için sahip olduğu denetimsiz ve sınırsız güce "polis kudreti" denilmektedir. Polis kudreti tanımından ötürü Almanya'da mutlak yönetimlere "polis devleti" denilmiştir. Günümüzde de eylem ve işlemlerinde yargı denetimine tabi olmayan ve yurttaşlarına hukuki güvenlik sağlamayan devletler içinde polis devleti ibaresi kullanılmaktadır.
18. yy'da Almanya'da yönetimde egemen olan polis devleti anlayışından zamanla hazine teorisi anlayışına geçilmiştir. Polis devletinde idare edilenlere yani halka herhangi bir hukuki güvence tanınmıyorken hazine teroisiyle bazı mali hukuki güvenceler getirilmiştir. İdare tarafından hakları ihlal edilen kişiler, bu ihlallere karşılık yargı yoluyla parasal haklar elde etmişlerdir. Bu teoriye göre hazine devlet tüzel kişiliğinden ayrılarak ayrı bir özel hukuk tüzel kişiliği haline gelmiştir.
Güçler ayrılığının üç temel erki tamamen bağımsız olmadan karşılıklı iş bölümü ve iş birliği çerçevesinde hukuka bağlı kalarak, anayasaya aykırı davranmayarak faaliyette bulunmalılardır. Yasama, yürütme ve yargı ayrı olmalıdır, tek elde toplanmamalıdır. Üç temel erk tek elde toplanırsa keyfilik ortaya çıkar. Ayrıca yargı bağımsız ve tarafsız olmalıdır.
Toplumun ekonomik ve sosyal gelişimi ile beraber ve buna paralel bir biçimde, kendi mecrasında ilerleyen hukuk devletinin bu vasfı kazanma sürecinde etkin olan temel unsurun bireyin devlet karşısında sahip olduğu konum ve haklarıdır. Bireye sunulan hukuksal korunma mekanizması geliştikçe, hukuk devletinin oluşumu belirginleşir.
Mülk devletinde bireyler insan olmanın gerektirdiği bütün haklardan mahrum bırakılıp çoğu zaman mülkiyete dahi konu olabilirken, Polis devleti anlayışında vatandaş birey olarak tanınmış hatta bazı haklara da sahip olduğu kabul edilmiş olmakla beraber, devletin veya iktidarın gücünü ve yetkileri sınırlayan bir hukuk anlayışının olmamasından dolayı, devlet bireylerin haklarını ihlal ettiğinde, bireylerin devlete karşı dava açabilmeleri kabul edilmemiştir.
Bireyler devlet faaliyetleri nedeniyle zarar gördüklerinde, kişisel olarak ilgili devlet memuruna, bunun mümkün olmaması durumunda da doğrudan devlete karşı dava açabilmekte ve bu yolla devletin yargısal denetime tabi tutulmasını sağlayabilmektedirler.4
Orijinal kaynak: hukuk devleti. Creative Commons Atıf-BenzerPaylaşım Lisansı ile paylaşılmıştır.
Hukuk Devleti İlkesinin Dünya ve Türkiye’deki Tarihsel Gelişimi, Ayhan Akarsu, AYİM Dergisi, Ankara, Sayı 24, 2009, s.37-48. ↩
Kemal Gözler, İdare Hukuku Dersleri, Bursa - Temmuz 2015, s. 60 ↩
Metin Günday, İdare Hukuku, İmaj Yayınevi, Ankara - 2013, s. 37-38 ↩
Hukuk Devleti’nin Gelişim Sürecinde Mülk Devleti ve Polis Devletinin Yeri , Dokuz Eylül Üniversitesi, Hayrettin Yıldız, s.228. ↩
Ne Demek sitesindeki bilgiler kullanıcılar vasıtasıyla veya otomatik oluşturulmuştur. Buradaki bilgilerin doğru olduğu garanti edilmez. Düzeltilmesi gereken bilgi olduğunu düşünüyorsanız bizimle iletişime geçiniz. Her türlü görüş, destek ve önerileriniz için iletisim@nedemek.page